Oyun Filan

12Jul/130

OGZ 11/12 – Etli Biber Dolması

Not: Yazının orijinalini Oyungezer dergisinin Kasım 2012 sayısında bulabilirsiniz.

---

Nihayet o gün geldi. Bir düğmeye basacağız ve 10 milyon kişi yeni oyunumuzu oynamaya başlayacak. Düğme haliyle kırmızı. Karnımda hafif bir ağrı, bana ne oluyorsa? Sanki üniversite sınavına giriyorum. Ama kolay değil, iki senemi verdiğim, uğruna kabul etmek istediğimden daha fazla saç teli döktüğüm eser bir anda milyonlarca kişi tarafından görülecek. Heyecan ister istemez mevcut.

Blizzard’ın merkezine yakın bir yerde oyunun piyasaya çıkışı sebebiyle türlü etkinlikler düzenleniyor. Yaklaşık 5000 kişi gelmiş gibi. Seviniyorum, Diablo 3 partisinden daha büyük! Herkes bir çeşit kostüm içinde. Orklar, elfler, ve tabii ki pandalar... Fazla normal hissediyorum kendimi bir an. Bize Blizzard gömleği giyin dediler, biz de giydik. İçime çaktırmadan bir EA tişörtü giymeyi ihmal etmedim ama. Görseler kapı dışarı ederler mi acaba?

Çeşitli hediyeler var, bekleyenlerin arasına rastgele atıyorlar. Şapkalar, tişörtler, ekran kartları... Evet koskoca ekran kartını seyircilere atıyorlar! O ekran kartı birisinin kafasını yarsa garanti kapsamından çıkar diye düşünen yok. Organizasyona tebrikler.

Benim çalıştığım dördüncü büyük çaplı oyun oluyor bu. Üniversiteden mezun olurken “Altı sene içinde dört tane oyunda ismin olacak“ deseler mutluluktan uçar mıydım, uçardım herhalde. Kendime not: Daha sık mutluluktan uçulacak.

Bu arada belirtmeden geçmeyeyim, milli vazifemi yaptım ve WoW’un credits (emeği geçenler) ekranında etli biber dolmasına teşekkür ettim. Special Thanks bölümünde görebilirsiniz. “Troll”lük dedikleri bu olsa gerek.

Saat 12 oluyor ve havai fişekler eşliğinde birileri düğmeye basıyor. Yani umarım basıyor, çünkü gördüğüm kadarıyla bütün WoW ekibi burada eğlenmekle meşgul. Ofiste kalan var mı bilmiyorum. Unutmuş olamayız di mi? Hayırlısı...

Yapımcılar olarak bu noktada vazifemiz oyunların kutularını imzalamak. Yerlerimize geçiyoruz, sıra korkutucu boyutlarda. Sanırım sabaha kadar buradayız. Masaya herkes ismini ve oyundaki görevini yazıyor. Ben “kahveci“ yazıyorum, güya komiğim. Oyuncularsa gerçekten takımın kahvecisi olduğumu düşünüyorlar. “Aa ben de Starbucks’ta kahve yapıyorum, favori kahven ne?“ diyen var. Gerçi tamamen yalan değil. Geçen ay yazdığım gibi, kahvem Blizzard’da o kadar meşhur oldu ki artık her hafta para topluyorum ve günde iki litreye yakın kahve yapıp iş arkadaşlarıma dağıtıyorum. Ama yani arada kod yazdığım da oluyor!

Sabaha karşı dört gibi sıra bitiyor. Parti bitti, eve gitme vakti. Uyumadan önce hiçbir forumu ya da eleştiri yazısını okumamaya söz veriyorum kendi kendime. Yoksa uyumamın imkanı yok.

Ertesi gün öğlene doğru işe geliyorum. Bugün hiçbir güç bana kod yazdıramaz diyorum,  sunuculardan biri patlamadığı sürece. Elbette iki saat içinde sunuculardan birinin benim kodumla ilgili olabilecek bir sorun yüzünden sürekli çöktüğü haberini alıyorum. Günümüzün internet çevrelerinde “facepalm“ olarak adlandırılan hareketi yapıyor ve kod başına geçiyorum. Eskiden oyunlar ne güzeldi, piyasaya çıkınca bir daha dokunmak gerekmiyordu. Medal of Honor’ın çıktığı gün Hawaii’de güneşleniyordum yahu! (Hep Ayşe Arman ekolü köşe yazısı yazmak istemiştim, bu da kısmet oldu.)

Sorun hakkında biraz daha detaylı bilgi almak için “savaş odası“na gidiyorum. Oyunların çıkış günlerinde her şeyi kontrol altında tutmak için bu şekilde bir oda hazırlanıyor. Onlarca ekran, Matrix’teki ajanlara benzeyen daha önceden hiç görmediğim insanlar ve bağırış çağırış. Nedense babamın beni inatla götürdüğü salı pazarları gözümün önüne geliyor. Bir an önce kaçmak istiyorum oradan, ama göz ucuyla da şu an oyunu oynamakta olan oyuncu sayısına bakıyorum. Hiç fena değil.

Farkediyorum ki sorun sunucuların yoğunluğu yüzünden ortaya çıkan bir bug. Biz kendi testlerimizde bu kadar yoğun sunucularla oynayamadığımızdan bazen böyle buglar gözden kaçabiliyor. Çözüm basit gibi neyse ki. Hem de benim kodum değilmiş suçlu olan, yaşasın. İki saat içinde duruma müdahale ediyoruz. Birkaç küçük problem haricinde oldukça başarılı sayılabilecek bir açılış.

Günün geri kalanı sakin geçiyor, oturup WoW oynuyoruz topluca. Akşama doğru başka bir bug’dan haberdar oluyorum. Bugünlük acelesi yok, ona da yarın bakarım diyor ve evimin yolunu tutuyorum. İki haftamı tüketecek korkunç bir bug olduğundan haberim bile yok henüz. Artık onun hikayesini de gelecek ay anlatırım.

 

-Giray Özil

http://twitter.com/girayozil

 

Filed under: Uncategorized No Comments
12Jul/130

Oyungezer 7/13 (Gezi Ozel)

Not: Normalde blogda yayınlayacağım yazılar derginin 6 ay gerisinden gelecek, ama bu ayki yazımı güncel bir konu olduğu için şimdiden yayınlıyorum. Yazının orijinalini Oyungezer dergisinin Temmuz 2013 sayısında bulabilirsiniz.

-----

Köşenin adı “Yapımcının Günlüğü”. Bu ay günlüğe oyun yazılmadı pek. O yüzden paylaşacaklarım da oyun değil. Geçen ay demiştim ya; “eninde sonunda oyun yapıyoruz, ölüm kalım meselesi değil” diye. İşte bu seferki, ölüm kalım meselesi.

 “Doğru cevap basit olur” diye düşündüm hep. Basit beklentilerim, basit bir düzenim, basit ilişkilerim olsun istedim. Politika basit değildi, hep uzak durdum. Doğru cevabın olmadığına inandım, hepsinin özünde aynı olduğunu düşündüm.

Fakat ben ve benim gibi düşünen milyonlar olarak geçen ay nihayet uyandık ve gerçeklerle yüzleştik. Çünkü “hepsi nasılsa aynı” dediklerimizin bazıları artık kendilerinden olmayan herkesi açıkça düşman ilan etmişti. Her insanın tartışmasız sahip olduğu en temel özgürlükleri ve hakları hiçe saymaktan çekinmiyorlardı. Bu bizi taraf olmaya zorladı, hiç niyetimiz yokken. Toplandık, “aktif” olduk; şu ana kadarki en büyük protestomuz son çıkan Simcity oyununa karşı olmuşken (her yer DRM).

Şaşırdılar. Bu seferki, hiç görmedikleri bir şeydi. Daha önce beraber yürüyenler ya Türk’tü, ya Kürt’tü, ya sağcıydı, ya solcuydu, ya Alevi’ydi ya Sünni’ydi, ya Beşiktaşlıydı ya Fenerbahçeli. Hepsini bir arada görünce ne yapacaklarını bilemediler. Milyonlarca gencin hiçbir ortak ideolojiye, bir lidere sahip olmadan birlik olabilmesini idrak edemediler, bu onlara yabancıydı. Yaftalamaya kalktılar, agresifleştiler. Din düşmanı, vatan düşmanı, ekonomi düşmanı ilan ettiler, komik duruma düştüler.

Demokrasinin arkasına sığınmaya çalıştılar, fakat demokrasiyi beş yılda bir sandık başında yapılan bir egzersize indirgediler. En yüksek oyu kazanan bütün ülkenin mutlak kontrolünü ele geçiriyordu onlara göre. O ya da bu partinin piyonları olduğumuzu söylediler, o ya da bu parti bize külliyen zararken. “Karşımıza parti çıkarın, demokrasi!” dediler, bizim partiyle, politikayla, ideolojiyle işimiz olmamasını, bizi özel yapanın bu olduğunu kabullenemediler.

Doğrusunu söylemek gerekirse, yaptıkları yeni veya onlara özgü değil. Polis memurundan başbakanına, insanın sahip olduğu gücü sorumlulukla kullanması ender görülen bir erdem. Dolayısıyla tarih bu ahval ve şeraitin örnekleriyle dolu. Sadece oyuncular değişiyor.

Ancak bu sefer verdiğimiz tepki çok farklı. Bu sefer ilk defa hiç bilmedikleri, anlayamadıkları bir nesille “mücadele” ediyorlar. 1980 sonrası doğanların önemli bir kısmı, herhangi bir politik akımın sığlığına kapılmadan özgürce düşünmeyi biliyor. Biz, dünyanın bütün bilgisine istediğimiz anda ulaşmaya alışkınız, bize kolay kolay yalan söyleyemiyorlar. Haberimizi birinci ağızdan alıyoruz, teyit edebiliyoruz. Kontrollerindeki medyayla bizi manipüle edemiyorlar. Işık hızında haberleşiyoruz, organize olmamızı engelleyemiyorlar. Kim derdi ki 140 karakterlik mesaj yazmaktan ibaret olan bir site dünyayı değiştirecek? Ama olan biten tamamen bundan ibaret.

Hala çabalıyorlar, dış mihraklar diyorlar, “bakın aynı oyun” diyerek Arap ülkelerini, Brezilya’yı gösteriyorlar. Hala uykusundan uyanamamışları uyutmaya, kışkırtmaya çalışıyorlar. Halbuki gerçek çok basit. Türkiye’de olanlarla dünyanın dört bir yanında yaşanan değişimlerin üst üste gelmesinin tek bir sebebi var: İletişimin ve bilgiye erişimin bir kırılma noktasına gelmesi, mutlak gücün kontrolünden çıkması. Dünya, geçtiğimiz yüzyılda geçirdiği değişimin eşdeğerini son on yılda geçirdi. Bunu anlamıyorlar ya da anlamamazlıktan geliyorlar. Başını kuma gömmek nadiren en iyi çözümdür, bu durum da bir istisna değil.

Her şeyin binlerce kilometre uzağında olmanın burukluğu var üzerimde. Uzun vadede Türkiye’de yaşamaktı planım hep. Bir yandan olanların, daha güzel günlerin işareti olduğuna inancım var. Ama öte yandan dürüst olmam gerekirse, söylediğim, yazdığım herhangi bir şey yüzünden veya sadece sessizce ayakta durduğum için göz altına alabileceğim bir ülkede yaşama düşüncesi beni korkutuyor. Yabancı bir ülkede doğduğun topraklardakinden daha güvende hissetmenin ne kadar dokunduğunu tahayyül edebiliyor musunuz?

Bir de bizimle olmayanlara, bize şüpheyle yaklaşanlara, türlü mihrakların arkamızda olduğuna inananlara seslenmek isterim. Biz yabancı değiliz; biz kardeşiniziz, komşunun çocuğuyuz, dün akşam Call of Duty’de fırtınalar estirdiğiniz takımdan arkadaşınızız. Bizim söylediklerimizi, düşündüklerimizi, dindarlığımızı, ahlakımızı beğenmek zorunda değilsiniz. Ama kendimizi ifade etmemize ve kendi hayatımızı kendi uygun gördüğümüz şekilde yaşamamıza destek vermezseniz, korkarım devran kaçınılmaz olarak döndüğünde yanınızda duracak kimsenin kalmadığını görebilirsiniz. Lütfen unutmayın ki mutlak gücün yanında olmak kolay ve rahattır, ta ki o sizi terk edene kadar.

Tüm ihtiyacımız olan, biraz hoşgörü. Ve bütün gününü Twitter’da halkla kavga ederek geçirmeyen belediye başkanları.

-Giray Özil

http://twitter.com/girayozil

 

Filed under: Uncategorized No Comments
12Jul/130

Bir Daha Blog

Bloglarin %99'u gibi bu da curumeye terk edilmisti. Bastan basliyorum, bu sefer temel (ve muhtemelen tek) islevi 6 aydan eski Oyungezer yazilarimi paylasmak olacak.

Filed under: Uncategorized No Comments